23 Nisan 2019 Salı

Yerebatan Sarnıcı



İstanbul'u temsil eden mekanlar ne diye sorulsa akla ilk gelen yerlerden biri de Yerebatatan Sarnıcı'dır. Bizans imparatoru I. Justinianus tarafından 527 yılında yaptırılan bu büyük yeraltı sarnıcı, suyun içinden yükselen ve sayısız gibi görülen mermer sütunlar sebebiyle halk arasında “Yerebatan Sarayı” olarak isimlendirilmiş. Sarnıcın bulunduğu yerde daha önce bir Bazilika bulunduğundan, Bazilika Sarnıcı olarak da anılıyormuş. Bizans döneminde bu çevrede geniş bir sahayı kaplayan ve imparatorların ikamet ettiği büyük sarayın ve bölgedeki diğer sakinlerin su ihtiyacını karşılayan Yerebatan Sarnıcı, İstanbul’un Osmanlılar tarafından 1453 yılında fethinden sonra bir müddet daha kullanılmış ve padişahların oturduğu Topkapı Sarayı’nın bahçelerine buradan su verilmiş. Sarnıç, kurulduğundan günümüze kadar çeşitli onarımlardan geçmiş. Osmanlı İmparatorluğu Dönemi'nde iki defa onarılan sarnıcın ilk onarımı 3. Ahmet zamanında, Mimar Kayserili Mehmet Ağa tarafından yaptırılmış. İkinci onarım ise Sultan 2. Abdülhamid zamanında gerçekleştirilmiş. Cumhuriyet Dönemi'nde de sarnıç, 1987'de İstanbul Belediyesi tarafından temizlenerek ve bir gezi platformu yapılmak suretiyle ziyarete açılmış, 1994 yılının Mayıs ayında yeniden büyük bir temizlik ve bakımdan geçmiş. Sarnıcın köşesinde adına bir çok efsaneler üretilmiş Medusa başı duruyor. Araştırmacılar, Medusa başının genellikle sarnıcın inşası sırasında salt sütun kaidesi olarak kullanılması amacıyla getirildiklerini düşünüyorlarmış. Biz sarnıcı gezmeye annem ve babam ile gittik. Üçümüz de daha önce hiç gitmediğimizden sarnıcı çok fazla merak ediyorduk. Pazar günü kendimize Sultanahmet Camii, Yerebatan sarnıcı ve Mısır çarşısı olmak üzere gezi planı hazırladık. Küçükyalı'dan tren ile birlikte, Sirkeci'de inip tramvay yolunu dümdüz takip ederek Sultanahmet meydanına ulaştık. Pazar günü gittiğimizden inanılmaz bir kalabalık ve turist yığımı vardı.Topkapı sarayı, Ayasofya girilmeyecek kadar yoğun olduğundan biz ilk Yerebatan Sarnıcı'nı ziyaret ettik. 

 Bilet fiyatları öğrenci 5 TL, yetişkin 10 TL olmak üzere ayrılıyordu. Biraz sıra bekledikten sonra biletlerimizi aldık ve yapıyı gezmek için içeri geçtik. Sarnıçta bizi ilk bir şey şok etti, o da sarnıçta beklediğimizin aksine su bulunmamasıydı.


 Birkaç kişiye sorduğumuzda büyük çaplı bir restorasyondan dolayı suların çekildiğini söylediler. Sarnıçta girdiğinizde karşınıza ilk bir fotoğraf yeri çıkıyor. Burada da aynı Galata Kulesi'nde olduğu gibi eski dönemlerden kalma kostümleri giyip fotoğrafınızı çektirebilirsiniz.


 Sarnıç çok büyük bir alandı. Birçok sütun ve duvar vardı.





Ama burada neredeyse tüm turistlerin etkisini en çok çeken yapı Medusa başıymış. Bu yapının ne zaman getirildiği belli değilmiş, ancak bu yapıyla ilgili birçok rivayet var.Bir efsaneye göre Medusa, Yunan mitolojisinde yeraltı dünyasının dişi canavarı olan üç Gorgona’ dan biriymiş. Bu üç kız kardeşten yılan başlı Medusa, kendisine bakanları taşa çevirme gücüne sahipmiş. Bir görüşe göre o dönemde büyük yapılar ve özel yerleri korumak için Gorgona resim ve heykelleri kullanılırdı ve Sarnıca Medusa başının konulması da bu yüzdenmiş. Başka bir rivayete göre de Medusa, siyah gözleri, uzun saçları ve güzel vücudu ile övünen bir kızdı. Medusa, Zeus’ un oğlu Perseus’u seviyordu. Bu arada Athena da Perseus’u seviyor ve Medusa’yı kıskanıyordu. Bu yüzden Athena, Medusa’nın saçlarını yılana çevirdi. Artık Medusa’nın baktığı herkes, taşa dönüşüyordu. Daha sonra Perseus, Medusa’nın başını kesti ve onun bu gücünden yararlanarak pek çok düşmanını yendi. Buna dayanarak Medusa Başı, Bizans’da kılıç kabzalarına işlenmiş ve sütun kaidelerine bakanların taş kesilmemesi için ters olarak yerleştirilmiştir. Bir rivayete göre de Medusa, yana bakıp kendisini taşa çevirmiştir. Bu yüzden buradaki heykeli yapan heykeltıraş, ışığın yansıma açılarına göre Medusa’ yı üç ayrı konumda yapmıştır. Bu bilgiyi bizde aldığımız broşürlerden öğrendik. Sarnıçta bana göre önemli olan yapılardan bir diğeri ise ağlayan taştı. Bu taş Gözyaşı taşı olarakta geçiyormuş. Islak olması nedeniyle Gözyaşı taşı deniliyormuş. Arkada kalan kısma ise dilek havuzu adı verilmiş ve ziyaretçiler oraya para atabiliyormuş. Gezimizde bizi en etkileyen iki kısımdı Ağlayan taş ve Medusa başı, görülmesi gereken yapılar diye düşünüyoruz.



Onun dışında sarnıçta çok özel detaylar olduğunu düşünmüyorum maalesef, gezdiğim bir çok tarihi eserden daha az etkiledi beni diyebilirim. Ancak sonuçta bu eserlerde kültürümüzün birer imzası olduğu için bence gelmeli ve görmelisiniz diye düşünüyoruz. Sarnıç 9.00 ve 17.30 arasında açık bu saatler aralığında istediğiniz gibi gezebilirsiniz. Kapıda bir çok broşür var, bizde tarihini daha detaylı okumak adına birer tane aldık, bütün dillerde çevrilmiş olması da ayrıca hoşumuza gitti. Sanırım gezerken kullanabileceğiniz sesli rehberlerde varmış ancak biz göremedik, onca turist olduğundan bulmak zor sanırsam. Sarnıcın meydanı Ayasofya, Sultanahmet Camii meydanıyla aynı yerde buralarda yine bu tarihi eserlere ve İstanbul'a özel hediyelikleri bulabilirsiniz. Ayrıca çay, kahve, salep içebileceğiniz, bir şeyler atıştırabileceğiniz kafelerde bulunuyor. Biz dinlenirken 3 çay içmiştik, hesap 12 TL geldi demek ki çay, kahve gibi içecekler 3-4 TL gibi ortalama bir fiyata satılıyor. Ayrıca sarnıcın hemen yanında kestane, mısır satan seyyarlar var. Biz 10 TL'lik kestane almıştık, oldukça güzeldi. Yerebatan Sarnıcı bizi her ne kadar çok fazla etkilemesede, bence herkes gezip yine de görmeli, bu tarih kokan yerleri...

Mısır Çarşısı



Mısır Çarşısı, Eminönü Camii'nin yakınlarında bulunan tarihi bir çarşı. Asırlardır önemli ticaret merkezleri olan çarşılar İstanbul'da çok önemli yere sahip. Mısır Çarşısı'da bunlardan bir tanesi. Mısır Çarşısı ilk zaman Yeni Camii'nin külliyesi olarak inşa edilmiş. lll. Murad’ın eşi, Safiye Sultan’ın emriyle 1597 tarihinde temeli atılan Yeni Camii’nin inşası, 1663 tarihinde sona ermiş. Yapılışından kısa süre sonra ‘Valide Çarşısı’ olarak anılan Yeni Camii’nin çarşısı, 1663 tarihinde bir törenle açılmış. Çarşıdaki dükkanlar, yapıldığında ilk olarak aktar ve pamukçu esnafına tahsis edilmiş. Bu dönemde çarşıda yer alan yaklaşık 100 dükkandan 49 tanesini aktarlar kullanırken, geri kalanını pamukçular ve yorgancılar kullanırmış. Çarşının Mısır Çarşısı olarak anılmasının sebebi ise 18.yüzyılda Mısır'dan baharatlar ve malların gelmesiymiş. Çarşı iki kere yangın, bir kere de restorasyon çalışması geçirmiş. Çarşı oldukça büyük bir çarşı, birçok kapısı bulunuyor. Ancak gezmesi zor değil. Dümdüz bir koridor gibi olduğu için sağlı sollu dükkanlar bulunuyor. 



Ben mısır çarşısını her anlamda aynı bölgede bulunan Kapalı Çarşı'dan daha çok seviyorum. Kapalı Çarşı'nın yoğun kalabalığı beni hayliyle bunaltıyor. Ancak Mısır Çarşısı'nın hem gelenekselliği hem de geniş olması, bence çarşıyı en güzel kıllan özellikleri. Ben çarşıya iki kez gittim, iki kez de iyiki gitmişim dedim. İçerinin ferahlığı, ambiyansı cidden çok hoş. Ben diyeyim ki çay, siz deyin lokum. İçerisinde oldukça geniş ürün yelpazesine sahip. İlk geldiğimde burayı dolaşma şansım pek olmamıştı ancak ikinci gidişimde daha ayrıntılı dolaştım. Anıldığı gibi sade baharatlarıyla değil, çeşitli ürünler bulunması çok güzel bir şey. Farklı çeşitte çaylar, kahveler, lokumlar veya türk kültürünü ve tarihini yansıtan en güzel ürünler burada bulunuyor.
Biz gittiğimizde ilk önce lokumların fiyatını sorduk çünkü ilgimizi ilk lokumlar çekti. Kilosu ortalama 50-60 TL civarındaydı. 


Farklı çeşitler olmasına rağmen ortalama bir fiyat vermeleri cidden güzel. Ancak beni en çok çeken, adını daha önce hiç duymadığım bir çok çay çeşidi bulabileceğiniz yer olması. 



İnanır mısınız bilmem ama Aşk çayı bile gördük. Sadece yiyecek içecek satılıyor sanmayın. Baş örtüleri, geleneksel kıyafetler, dekoratif ürünler ve sabunlar, kısacası aradığınız çoğu şeyi bulmak mümkün.







 Çarşı, kahverenginin tonlarıyla, bol ışıklı ağır bir havada süslenmiş. Her tarafın tasarımı aynı, dükkanların isimleri aynı hizada aynı tasarımla yazıyordu. Buda benim dikkatimi çekti. Çarşı eminönü meydana çok yakın, biz Turhan Sultan Külliyesi'nin oradaki kapısından girdik. Bunun dışında 6 tane kapısı varmış.

 Çarşının etrafında bulabileceğiniz birçok kafe ve hediyelik eşya dükkanı var ancak biz aldığınız hediyelerden elinizde, alacağınız ikramlardan midenizde yer kalacağından pek emin değiliz zira türk milletimiz olsa gerek, satıcılar oldukça sıcak. 



Biz çarşıya İdealtepe’den tren ile geldik. Sirkeci durağında indik ve kısa mesafe yürüdük. Zaten orada kime sorarsanız sorun herkes Mısır Çarşısı’nın nerede olduğunu bilir. Giriş saatleri saat 9.00 ve 19.00 arasıymış, pazar günleri ise bu saat 9.30 a çıkıyor. Ben İstanbul’da gezip beğendiğim yerleri sıralasam mısır çarşısını kesin ilk beşime koyardım. Bir şey alamanıza gerek olmasa bile gezip görün diyoruz biz, zira bu ambiyansın ne kadar muhteşem olduğunu gözlerinizle görmeniz gerektiğini düşünüyoruz.





















21 Nisan 2019 Pazar

Galata Kulesi

Galata kulesi, Karaköy'de bulunan tarihi çok uzun yıllar öncesine dayanan muhteşem bir yapı. Karaköy'ü görünümüyle, mimarisiyle süsleyen, tarihi ile bize İstanbul'un geçmişini yaşatan ve hatırlatan Galata Kulesi, 528 yılında Bizans imparatoru Anastasius tarafından inşa ettirilmiş. Ancak Galata Kulesi ilk zamanki halini maalesef koruyamamış, geçirdiği felaketler sonrası kuleye son hali II.Mahmut zamanında verilmiş. Galata Kulesi, 70 metre gibi bir yüksekliğe sahip. Kulenin en tepesine çıkıp İstanbul'u seyretmekte cabası.. Birçok yapı gibi Galata Kulesi içinde birçok efsane üretilmiş. Halk arasında eğer kuleye sevdiğiniz kişiyle çıkarsanız evleneceğiniz inanışı oldukça yaygın. Aynı zamanda  Galata ve Kız Kulesi arasında geçen bir aşk hikayesi ve bu hikayenin temsilcisi Hezarfen Ahmet Çelebi olduğuda inanışlarımız içerisinde hala var. Herkes Galata Kulesi ve Hezarfen Ahmet Çelebi arasındaki bağı bilir, hatta Hezarfen Ahmet Çelebi'nin uçuşu hakkındaki bilgiler Evliya Çelebi'nin seyahatnamesinde yer alıyormuş. İlk yapıldığında fener olarak kullanılan yapı, yer aldığı bölgede meydana gelen yangın sebebiyle kullanılamaz hale gelmiş. 1348 yılında yığma taş kullanılarak kule tekrardan inşa edilmiş. Baya uzun süre boyunca savunma için kullanılmış ancak 1453'te osmanlıların hakimiyeti altına geçtikten sonra farklı amaçlar için kullanılmış.




Biz Galata Kulesi'ne gitmek için Kadıköy'de Karaköy-Eminönü iskelesinden vapura bindik. Metrobüs'te seçenekler arasında var ancak hem zahmetli olması nedeniyle hem de kısa bir boğaz turunu kaçırmak istemediğimizden böyle tercih ettik. Karaköy'de indikten sonra maalesef Galata Kulesi pat diye karşınıza çıkmıyor, baya bir yokuş çıkmak gerekiyor. Zaten Karaköy'de nerden baksanız bu güzel yapıyı görmek mümkün.
 Kule'nin meydanı gerçekten çok güzel, Galata'ya bağlı..Eğer kuleyi gezmeye gelecekseniz Galata'yı da gezmeyi unutmayın.



                                     


Bir çok kafe, hediyelik eşya dükkanı var. Galata Kulesi oldukça turist çeken bir yer olduğu için Kule'ye girerken isterseniz perşembe sabahı 12.00'da gelin isterseniz cumartesi saat 16.00'da gelin kule hep kalabalık ve sıra var. Ancak hafta içi sıra biraz daha hızlı ilerliyor sanırım. Bilet fiyatları öğrenci için 7.5 yetişkinler için ise 15 TL. Turistik olduğu için bir çok turist görmekte mümkün. Kule'den içeriye girdiğimizde bizi şaşırtan bir kaç şey oldu. Kule'de sadece manzara seyretmek değil, tüm İstanbul'u gezebileceğiniz sanal bir gezide yapılıyormuş. Biz zamanımız olmadığı için giremedik ancak sizin varsa girmeyi bence unutmayın :) Bizi diğer şaşırtan şey ise kulenin içinde hem asansör olması hemde 2 tane restoran/kafe bulunması. Asansörle 5. kata çıktıktan sonra sizi iki tane büyük tablo karşılıyor. Bu tablolarda Galata Kulesi'nin tarihinden değinilmiş. 





5.kata çıktıktan sonra merdiven ile 2 kat daha çıkmanız gerekiyor. İlk katta ''Han'' adında büyük bir restoran var. Son katta ise artık en tepeye, yani manzaraya çıkmış oluyorsunuz :) Ancak tepeye çıkarkende büyük bir kafeye giriyorsunuz. Burası sanırım daha çok tercih edilen bir bölümdü, çünkü beklesekte oturacak bir yer bulamadık maalesef. 




 Kafeden çıkınca direk karşınıza İstanbul manzarası çıkıyor.



Tam manzarayı görebilmek için kulenin balkonunda tam tur atmak lazım, ancak oldukça kalabalık olduğundan dolayı en fazla yarısına kadar gelebiliyorsunuz. Biz birkaç tane fotoğraf çekip çıkmak zorunda kaldık. İstanbul boğazının manzarası her ne kadar güzel olsa da fazla yapılanma, inşaatlar görüntüyü maalesef biraz bozuyor. Ama gerçekten görülmeye değer bir manzarayla karşılaşmadıkta değil :) Tekrardan aşağı indiğimizde, en alt katta fotoğraf çekinebileceğiniz bir alan gördük, size sultan kıyafetleri giydirip, tarihsel bir fotoğrafınızı çekiyorlarmış.


 Turist yoğunluğundan dolayı bunu da maalesef yapamadık ama eğlenceli ve değer olacağından eminiz. Genel olarak biz Galata Kulesi'ni çok güzel bulduk, bence buralar tarihimizi yansıtan yapılar olduklarından görülmesi gereken yerlerin en başında geliyorlar. Tekrardan, eğer kuleye gezmeye geldiyseniz etraftaki hediyelik dükkanlarına ve kafelere uğramayı unutmayın, güzel lezzetler ve armağanlar bulabileceğinizden eminiz. Şimdiden iyi gezmeler ve iyi hatıralar...













Sultan Ahmet Cami



Sultan Ahmet Cami, I.Sultan Ahmet'in emri üzerine 1609 yılında yapımına başlanan bir camii. Osmanlı tarihinde adı önemli bir yere sahip Sedefkâr Mehmet Ağa tarafından yapılmış. Camii devlet hazinesinden ayrılan ödenekle inşa edilmiş ''sultan cami'' olma özelliğini de taşıyor. Caminin temeli Sultan Ahmet tarafından atılmış ve caminin önemli bir diğer özelliği de İstanbul'daki ilk 6 minareli cami olmasıymış. Cami Mekke camiisi ile aynı minare sayısına sahip olması ve düşük hazineye rağmen büyük bir bütçe ile hazırlanması sebebiyle bir çok eleştiri almış ancak sultan Mekke Cami'ye yedinci minareyi yaptırınca sorun kalmamış. İlk yapıldığında büyük bir külliyeye sahipmiş cami, maalesef ki bu zamana kadar külliyeden pek bir eser kalmamış. Caminin bahçesinde ise Sultan Ahmet'in mezarı bulunmakta. Yabancılar bu camiye ''Blue Mosque'' diyorlar. Bunun sebebi ise caminin içinde bir çok mavi renkte çini bulunması. Cami çok fazla turist çeken bir mekan olduğundan girişinde uzun bir kuyruk var. Kapıdan ilk girişinizde caminin meydanını görüyorsunuz burada bir şadırvan var, camiye girmeden başörtülerinizi de takmanız gerekiyor, girerken bu konuda güvenlikler sizi uyarıyor. Meydan çok kalabalık bir çok turist ve yerli var. Caminin  iki girişi var, birisi ibadet için birisi de ziyaret için. 

                                   

                                     
                                      
  
                                      

                                       

                                       

Ancak bu konuda pek dikkat edilmiyor maalesef. Camiden girdiğinizde büyük bir kalabalık oluyor, beni camii konusunda en çok rahatsız eden şey içeride çok yoğun bir kokunun bulunması, çok kalabalık olduğundan mı bilinmez, insanı çok rahatsız eden bir koku.Bundan 2 hafta öncesine kadar gittiğim Bursa Ulu Cami'de çok kalabalık olmasına rağmen böyle bir kokuyla hiç karşılaşmadım. Ayrıca büyük bir camii olmayışından dolayı içeride çok yoğun bir kalabalık oluşuyor, iğne atsanız yere düşmeyecek cinsten. 






Bunlara rağmen çok ihtişamlı bir cami, caminin duvarları 22.000 çini ile süslenmiş ve bu çiniler özel olarak getirttirilmiş. Caminin duvarlarında benim en çok dikkatimi çeken şey,  ayetlerin yazılı bir duvar bulunması. Ayrıca büyük tabletlerde yazılan ayetlerin dışında 4 halifenin de ismi bulunuyor. Cami de ibadet kısmı iki bölüme ayrılmış. Bir bölümü kadınlar için bir bölümüde sadece erkekler için kullanılan bir bölüm.



                                               





Ayrıca Caminin kubbesi dünya miraslar listesine alınmış.Caminin içindeki akustik muhteşem, cami çok kalabalık olsa bile, imamın sesini duyabiliyorsunuz, duyduğumuz kadarıyla bu da bir çok mimar tarafından saygı ile karşılanıyormuş. Yapan kişi Mimar Sinan'ın en iyi öğrencilerinden biri olan Sedefkar Mehmet Ağa olunca biz buna pek şaşırmadık. Caminin bir köşesinde, Arap kralının Recep Tayyip Erdoğan'a hediye ettiği bir Medine maketi bulunuyor. 



Bu da dikkatimizi çeken şeylerden biri oldu. Çıkışın hemen yanında bulabileceğiniz tüm 
bilgilerin olduğu broşürler var. Ücretsiz bir şekilde edinebilirsiniz. 




Camiye giriş çıkışlar günün her saatinde olabiliyor ancak genelde namaz saatlerinden yaklaşık yarım saat önce camiye sadece ibadet amaçlı ziyaretçi alınıyor. Bu özellikle cuma günü öğlen saatleri için belirtilmiş. Cami'ye girmek içinde herhangi bir ücret ödemenize gerek yok. Cami Sultanahmet meydanında bulunuyor. 
Biz İdealtepe'den tren ile gelip, sirkeci istasyonunda indik. Tramvay yolunu takip edip uzun yokuşlar sonrasında camiye vardık. 



Ayrıca vapurda tercih edebilirsiniz. Özel araba ile gelmeyi pek uygun bulmuyoruz çünkü park yeri bulmak, burada saman yerinde iğne aramak gibi. Caminin meydanında kafeler ve hediyelik eşya dükkanları bulunuyor. Ayrıca simitçiler, kestaneciler, ve mısırcılar bulunuyor. Biz kafede çay içmiştik, 3 TL idi. Ayrıca kestane ve simit almıştık, bunlarda sırasıyla 10 TL ve 1.75 TL idi.






Meydan oldukça büyük oturabileceğiniz banklardan fazlasıyla var. Meydanda turistleri gezdiren otobüsler görmek mümkün.



Bu arada söylemeden geçmeyelim Sultanahmet'e emişken Sultanahmet köftesi yemedende gitmeyin. 
Sultanahmet Cami'si İstanbul'un en gözde yapılarından biri. Mutlaka herkes gezip, görmeli diye düşünüyoruz. Bu yapılar kültürümüzün en önemli parçaları, şimdiden iyi gezmeler :)